19 Haziran 2009 Cuma

Okuduğum son ÜÇ kitap

Bir yıla 12 kitap , bir aya bir kitap ortalamasını kendime yaşama dair minimum bir hedef olarak koydum . Bunu uygulamaya çalışıyorum . Şu aralar gaza bastım ...
Paylaşımınıza ( Kendi yorumlarım ve kitaplardan kısa alıntılarla...)
Okuduğum Kitaplar

Vejeteryanlığın Faydaları – Sadık Hidayet – YKY

“Midelerinizi hayvan mezarlığına cevirmeyiniz” ...Diye başlıyor bu muhteşem kitap arada çok fazla düşündürücü ve vurgulu ifadelerle , bu konuya hiç bulaşmak istemeyen duyarlı her insanı yerinden zıplatacak kadar etkili ifade ve yorumlar katıyor usta yazar kitapa . Örneğin ” İnsan kan döküyor, zulüm tohumu ekiyor. O halde sonuçta savaş, acı, yıkım ve toplu kıyım biçecek İnsanlık, ilerlemeyecek huzur bulmayacak; mutluluk, özgürlük ve barış yüzü görmeyecek etobur olduğu sürece.'' Olduğu gibi .

Sadık Hidayet İran edebiyatının önemli yazarlarından biridir . Kendisini Ömer Hayyam’ın Teranneleri isimli yine YKY ‘den çıkmış inceleme – araştırması ile tanımıştım . Bilinen Hayyam’dan başka bir Hayyam tadı bırakmıştı damağımda ve çarpıcıydı ...Farklı bir adam olduğu hemen anlaşılıyordu.

Bu kitabını 1927 yılında yazmış ve 85 sayfaya sığdırmış , bazı çarpıcı noktaları kitapta farklı bölümlerde defalarca tekrarlıyor , buda vurgunun kalıcı olmasını sağlıyor , ayrıca 1927 gibi bir yıla rağmen tüm görüşlerini özellikle bilimsellikle ve bilim adamlarından alıntılarla desteklemesi ve tüm bunları bir edebiyatçı yeteneği ile okuyucu için bir lezzete ( ama bitkisel ) çevirmeyi başarıyor .

Vejeterjan olmayabilirsiniz olsun varsın hiçfarketmez , ama okursanız neden et yediğinizi mutlaka sorgulayacağınıza kesinlikle eminim .

Kesinlikle okunmalı , okuduklarınız ruhunuza huzur ve umut verecektir .

Kitaptan bazı alıntılar;

"Herşey insanın etobur olmadığını göstermektedir. Vücudunun iç yapısı meyve yiyici olarak yaratıldığı gibi, dış yapısı, yaşama tarzı, gelenekleri, davranış ve aklı da insanın etobur olmadığını kanıtlamaktadır.

İnsanın ağzı, avını yutabilmek için etoburların ağzı gibi açılmaz. Dili yumuşaktır. Suyu yalayarak içmez. Elleri pençesizdir. Köpekdişleri diğer dişlerden uzun değildir. Gözleri, diğer etoburlar gibi karanlıkta görmez. Burnu, canlı havyan kokusunu uzaktan almaz. Ağaca tırmanıp kolayca meyve toplayabilir, ama kuş yakalayıp parçalayamaz. Çiğ veya kokmuş eti yiyemez.

Midesi etobur hayvanlarınkine göre çok daha ince ve güçsüzdür. Mide salgıları ve pankreas bezi, eti çözündüremez. Karaciğerinin etteki azotu uzaklaştıramaması gut, romatizma ve sinir hastalıklarına yol açar. Etobur hayvanlarının bağırsakları kısadır, bozuşmuş et orada durmaz. Oysa insanın uzun olan bağırsaklarında kalan et kokuşur ve öldürücü mikroplar üretir. Nitekim bağırsak rahatsızlıkları ve apandisit bu bozulmanın sonucunda ortaya çıkar.

Niçin dünyadaki tüm canlılar arasında sadece insanın dişleri çürüyor ve binbir güçlükle dişlerini koruyabiliyor? Ormanlarda, ovalarda, çöllerde ve deniz diplerinde yaşayıp da dişleri dökülen bir hayvan yoktur. Eğer varsa, onun soyunun da bozulup yok olmaya doğru gittiği anlaşılır.

Hiçbir varlık besinini pişirmez ya da öldürmez. Pişirmek, yiyecekleri harap etmek ve doğal halinden çıkarmak demektir. İnsan, doğanın sunduğu hoş kokulu ve leziz meyveler yerine, hırsından dolayı hayvan ve kuş leşlerini, kokmuş meyve sularıyla ve hayvanların kan, bağırsak ve diğer sakatatıyla süsleyip türlü baharatlarla karıştırarak yemektetir."

Ünlülerden aforizmalar ;
Pisagor 'Ey ölümlüler! Böyle pis bir yiyeceğe bulaşmaktan korkun!'
Hazreti Ali 'Midelerinizi hayvan mezarlığı yapmayın!'
Yunan filozoflarından Plutark şöyle der: 'Siz masum ve sakin hayvanların kanına susamışsınız. Oysa onların hiç kimseye zararı yoktur. Size alışıyorlar, sizin için çalışıyorlar ve hizmetlerinin karşılığında siz onları yutuyorsunuz.'

Ünlü Rus yazarı ve büyük filozof Tolstoy şöyle yazar: 'Et yeme alışkanlığı barbarlık zamanlarından kalmıştır. Vejetaryenliğin ortaya çıkışı eğitimin ilk tesiri sayılır.'

Profesör Buşar'a göre: 'Et yiyenlerin dilleri kirlidir. Nefesleri kokar, dışkıları pis ve düzensizdir. Aynı zamanda mide ve bağırsak rahatsızlıkları, cilt yaraları, baş ağrısı, romatizma, aşırı derecede şişmanlık ve zayıflık onlarda görülür.'

Bir gün gelecek ve insanın yiyeceği o kadar değişecek ki, gelecek kuşaklar atalarının böylesine sağlıksız, çirkin ve vahşice bir besini yediklerine inanmayacaklardır.

İnsanoğlu günün birinde evriminin doruğuna ulaşırsa, doğal bir ortamda bitkisel yiyeceklerle birlikte olacaktır. Oysa et yemesi ve yapay uygarlığı onu fasitleştirmiştir ve yok olma uçurumuna doğru sürüklemektedir. Doğa yasalarına göre yaşayan, sağlıklı ve yeni bir kuşak onun yerini almazsa, insan soyu utanç verici bir şekilde kaybolup gidecektir."


Dönüşüm – Kafka

Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu…”

Kafka’nın 1912’de yazdığı Dönüşüm adlı anlatısının bu ilk cümlesi, tüm olağandışılığına, dahası şaşırtıcılığına, ürkünçlüğüne karşın, giderek daha da ürkütücü bir olağanlığa bürünecek bir öykünün habercisidir.

Babaya Mektup’ta ve Yargı’da olduğu gibi, burada da oğul ve baba söz konusudur. Ama, Dönüşüm, birçoklarına göre Kafka’nın yabancılaşma duygusunu en güçlü biçimde yansıttığı yapıtıdır aynı zamanda. Bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa, bilinci ve istemi dışında gerçekleşen bu dönüşümü bir türlü kabullenemez. Ailesi ve patronu ise, kısa bir şaşkınlığın ardından, onun artık bir böcek olduğunu kabullenirler. Ama böcek olmakla alışageldiği şeylerden koparak yepyeni bir konuma giren Gregor Samsa da, o güne kadar sürdürdüğü yaşama da, çevresindekilere de, bambaşka bir gözle bakacaktır.

Radikal Kitap ‘dan Celal Üster yukarıdaki gibi giriş yapıyor yazısına . Doğrusu Kafka’yı hep okumayı istedim ve denedim ama “Dönüşüm “ ile bu kapıyı araladığım için çok mutlu oldum . Hernekadar dönüşmesem de Kafka’nın müthiş Dönüşümüne tanıklık ettim. Kitabı bitiridiğimde , hamamböceğine dönüşmüş ve bir hamamaböceğinin gözünden bir insan olarak çevresini geçmişini ve yakınlarını gözlemleyen irdeleyen , eleştiren bu büyük yazarın bu büyük öyküsü gerçekten inanılmadı . Topluma yabancılaşma , dışlanma hissi , ama bir okdarda hassas sevgi dokunuşları , ve en son satırlarındaki yaşamın devam etmesi gerekliliğine olan inanç gerçekten ilgin ve çok etkileyici kitabı bitirirkende insanı karmaşık duygulara sürklüyor ve düşündürüyor .

Kafka’nın bu kitabı yazarken ki ruh halini tahmin etmeye çalışırken de hayat hikayesi bana ilham verdi . Sanırım hayatının son günlerini geçirdiği , kendini yalnız , terkedilmiş hissettiği bir sanatoryum odasında tek arkadaşı olan bir hamamböceğini zilerken ve onunla konuşurken ortaya çıkarmış olabileceğini gözümde canlandırdım ... ( Hayat hikayesinden alıntı : ... 1924'de Viyana yakınlarında Kierling Sanatoryumu'na kaldırıldı ve oradan çıkamadı. Prag'a gömüldü. )

Mutlaka okunması ve şapka çıkarılması gereken bir kitap



Dokuz Gitarla Dünya Tarihi – Erik Orsenna - Can

Bu kitap bana uzun zaman sonra yine birzamanlar uğruna çok zaman harcadığım , okuduğum , araştırdığım , dinlediğim müziği ya da daha doğrusu müzik zevkimi yani ROCK MÜZİĞİ hatırlattı . Dokuz gitarla dünya tarihi belki iddialı bir ifade olabilir , belki birçok okuyucu için ilginçte gelmeyebilir ama , gitara , müziğe bir şekilde hobi ve boş zamanlarda dinlenecek bir unsur dışında biraz hayat gailesi ile bakan birileri için gerçekten bir solukta okunacak ve keyif alınacak bir kitap denilebilir .

Kitabı okurken “...Jimi yalnızdı. Yirmi yedi yaşındaydı ve yaşayacak daha on üç ayı vardı ...” cümlesi beni de kitabın ruhuna uygun kendi içsel yolculuğuma götürdü . Hayatımda en büyük değer verdiğim 3 müzisyen , Jimi Hendrix , Jim Morrison ve Janis Joplin hepside 27 yaşında ve aynı yıl içinde ( 1970 -71 ) ölmüşlerdi . Ve ben o yıllarda hayata gözlerimi açmıştım, bu duygusal ve görünmez bağ beni yıllar sonra tanıdığım bu üç büyük yıldıza farklı bir duyguyla bağlanmamı sağlamıştı . Hatta 26 yaşında kendimi kötü hissetiğimi hatırladım bu kitabı 40 ‘lı yaşlara merdiven dayamış okurken ...

Kitap Mısır' da bir arkeolojik kazı yapan profosörü Eric Clapton’un ziyareti ve gitarın Eric Claptonun rüyalarıyla dünya tarihinin dokuz ayrı dilimine eşlik edişini anlatıyor . Bence eleştiriye açık olamakla beraber sevimli bir kitap .

En çok Katalan Juan Carlos Amat ‘ın ilk gitar metodunu neden yapışı ve Hendrix ile Pagganini’li bölümler keyiflendirdi ...

Bulabilirseniz ve müziğin dinlemenin dışında okunabileceğine de inanlardansanız tavsiye ederim .

Kitaptan Alıntılar ;
Eskiden Afrika, Atlantik’ten Hint Okyanusu’na kadar uzanan kocaman bir ormanla kaplıydı. Bu ormanda ağaçlar, gölgeler ve iç içe geçmiş bitkilerle korunan maymunlar yaşıyordu. Sakin sakin dört ayak üzerinde yürüyorlardı; önlem almaya gerek yoktu, nasıl olsa düşmanlar onları göremiyordu. Sonra bir gün dünya yırtıldı. Kuzeyden güneye, Etiyopya’dan Mozambik’e kadar uzanan koca bir çukur açıldı. Az kalsın Afrika ikiye bölünüyordu. Çukurun dibi göllerle doldu. Ağaçları sulayan batı rüzgârı, bu yırtılma yüzünden oluşan dağlara çarpmaya başladı. Su artık dağların öbür tarafına geçemiyordu. Doğu gitgide kuraklaşıyor, orman seyrekleşiyordu. Maymunlar korkuyorlardı; çünkü şimdi hepsi gün gibi ortadaydılar. Aslan, panter gibi pençeli hayvanların keyfine diyecek yoktu. Maymunlar bundan sonra dikkatli olmaları ve düşmanlarını uzaktan gözlemeleri gerektiğini anladılar. Doğruldular, arka ayakları üzerinde dikildiler, savaşmayı, taşı işlemeyi öğrendiler ve yavaş yavaş insana dönüştüler.”

Barselona’nın kurtarıcısı ve ilk gitar metodunun yazarı Doktor Joan Carlos
insanları öldürmekle yetinmeyen salgın hastalık, bu sefer de bir Katalan özelliğine saldırmıştı; yaşama sevincine. Her gece masalarında, altının ve sadık kadınların daha bol bulunduğu bir dünyanın yaratıldığı tavernalar boşalmıştı (...) Salgın; limanların değişik, baştan çıkarıcı, Provence fesleğeninden doğunun baharatlarına, hayvanların misk kokularından gelecek okuyan Çingenelerin parfümlerine kadar tüm kokuları kovalamıştı; ölüm kokusundan korunmak için insanlar burunlarına mendil tutarak geziniyorlardı.”

Doktor’un gitarı muhteşem tarifi:Bacakların üst tarafları incecik, külot bölgesi yumuşacık, sarışınca, kollarına aldığında yusyuvarlak ve hoş kokulu (...) Aynı zamanda çok kibar, hem de alçakgönüllü, hiçbir zaman başrolde olmaya meraklı değil, gölgede kalıp eşlik etmeyi yeğler. O, dünyayı kasıp kavuran kibir hastalığını tanımaz.”

Müzik Sefaletin Şarkısıydı ( Jimi Hendrix Bölümü )
Kahrolası müzik! Kendiliğinden gelmemişti. Onu nota nota, akor akor fethetmek gerekmişti. Müziğin sefaletten doğduğuna inanası geliyordu insanın. Sefalet, insanın teninden, gözlerinin içine giriyordu. Beynini kuşatıyordu. Ve orada, saçların, kemiklerin altında, gizem, dönüşüm vardı. Parmaklar gitarın sapı üzerinde dolaşıyordu. Sefalet müziğe dönüşüyordu. Sefalet, ten, baş, parmaklar, gitar, müzik: Jimi, böylesine kötü başlayıp sonunda bu derece mutluluk veren bu lanetli ve büyülü yolu yüzlerce kez katetti. Müzik sefaletin kızıydı. Müzik sefaletin şarkısıydı.”

Jimi yalnızdı. Yirmi yedi yaşındaydı ve yaşayacak daha on üç ayı vardı (...) Gitarın rengârenk giysili, hüzünlü, kızıl ve kara yüzlü Don Kişot’u, on üç ay sonra Londra’da ölecektir ...”
Okuyan - Yazan - Derleyen : Aylak Adam
Haziran 2009 - İstanbul
Yolda olanlar :
1-John Fante - Los Angeles Yolu
2-Phillippe Delerm - Biranın ilk yudumu ve ...DİĞER KÜÇÜK ZEVKLER
3-Sadık Hidayet - Kör Baykuş ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder